KARS’A YOLU DÜŞEN ŞAİRLER

KARS’A YOLU DÜŞEN ŞAİRLER

İsa Yılmaz yazdı: "KARS’A YOLU DÜŞEN ŞAİRLER"

KARS’A YOLU DÜŞEN ŞAİRLER

Öyle güzel ki ölürüm artık

Beyaz uykusuz uzakta

Kars çocukların da Kars’ı

Ölüleri yağan karda

Donmuş gözlerimin arası

Sen küçüğüm sımsıcak

Ne derler ona – bu kızakta

Boyuna türküler yakıyorsun ya

Sanki her türküden sonra

Hohlasan gök buğulanacak

Anla ki her durakta

Yok sınırları aşkın

O iyi yüzlü Tanrı

Beklesin dursun bizi

Kurduğumuz rahat tuzakta

Nasıl olsa yine bir gün

Döneriz bu yollardan geri

Senin bir elinde bir mendil

Öbüründe kuş sesleri…

Hayır, Cemal Süreya bu şiiri Kars’ta yazmadı. Ünlü şair, bir devlet memuruydu aslında; 1961'de Maliye Denetim Usulleri ve İktisadi Devlet Teşekkülleri'ni incelemek üzere Paris'e gönderilmişti. Kars şiiri işte orada, Paris’te karlı bir kış günü yazıldı.

Kaderin cilvesine bakın ki, Paris’te bir yıl kalan şair, Ankara’daki memuriyetine geri döndü. Ardından da bilin bakalım müfettiş olarak nereye yolu düştü?!

Cemal Süreya, Paris’te adına şiir yazdığı şehre gelmişti. Bir Kars şiiri daha yazdı, hem de Kars’ta. Ama yıllar sonra kendi ifadeleriyle, Kars’ı görmeden yazdığı şiir daha güzeldi. Şehri gördükten sonra yazdığı şiir hayallerdeki kadar dokunaklı değildi. Ve onu yırtıp attı.

Değil mi ki bazı masalsı şeylerin hayali, gerçeğinden çok daha değerlidir. Mecnun için aşkın kendisinin, aşkı ete kemiğe büründürdüğü Leyla’dan daha muhteşem bir şey olması gibi…

Kars da aslında bir masal şehridir. Bu şehirden onlarca halk ozanının çıkması hiç kuşkusuz tesadüf değildir. Soğuk kış günlerinde bacasından soba dumanı tüten, ağır tütün kokan kahvehanelerde hikâyeler, masallar anlatan o adamlar ilhamını bu topraklardan alıyorlardı.

Çünkü bir şehir ancak bu kadar uzak, bu kadar terk edilmiş, bu kadar kederli ve ancak bu kadar mucizelerle dolu olabilirdi. Fethetmesi, elde etmesi o kadar zordu ki! Düşünün ki Asya ve Avrupa’yı darmadağın eden Moğollar, Kars Kalesi’ni almak için aylarca uğraşmıştı. Kaleyi almak o kadar da kolay değildir. Çünkü sahneye Celal Baba mucizesi çıkmıştır.

1238 tarihinde Moğollar tarafından Kars Kalesi’nin istilası sırasında Moğol askerleri ile çarpışırken Celal Baba’nın kafasının koptuğu, kopan kafasını koltuğunun altına alarak çarpışmaya devam ettiği iddia edilmektedir.

Kimi zaman gerçeğin bir önemi yoktur, önemli olan neye inandığındır. Kars işte böyle bir şehir… Cemal Süreya, Kars şiirini yazdığında, hayaller Kars, gerçekler Paris’ti. Kars’ta yaşayanlar içinse hayaller Paris, gerçekler Kars… Olsun en azından hayali, gerçeğinden güzel.

Kars’a bir de Vatan Şairi olarak anılan Namık Kemal’in yolu düşer. Hayır, şair sürgün edilmez Kars’a. Zihinlerde Kars için bir sürgün yeri imajı oluşturulduğu için, şehre yolu düşen yabancıların illa ki sürgüne gönderildikleri düşünülür. Gerçi bu konuda pek de haksız sayılmazlar. Rusya bile Malakanlar’ı Kars’a sürmüşlerdi zamanında.

Kars bir nevi Game Of Thrones dizisindeki “Sur” gibi bir yer. Yedi Krallığın en dip noktası. Krallıktaki en azılı suçlular buraya gönderilir. Hayatlarından umut kesilen bu adamlar Yedi Krallık’ı Ak Yürüyenler ve Yabanıllar’dan koruyacaktırlar. Ölüp ölüp dirilen gece bekçisi Jon Snow’u yazarken George R. R. Martin, acaba Moğollar’a karşı kelle koltukta (gerçek anlamda) savaşan Celal Baba’dan mı ilham almıştı?!

İşin şakası bir yana Namık Kemal, Kars’a sürgüne gelmemiştir. Dedesinin Kars’a mutasarrıf olarak atanması sebebiyle bir buçuk yıl Kars’ta yaşamıştır. Kars’a sürgün olarak gelmese de, sürgünde geçen tüm o yıllar hep bu Kars macerası yüzünden olmuş olabilir. Çünkü tüm o sürgünler, bu bir buçuk yılın bir süreği gibidir.

Zira, Namık Kemal, Karslı şair ve müderris Vaizzade Seyid Mehmet Hamid Efendi'den divan edebiyatını öğrendi. Ah şu edebiyat, başına hep bela oldu. Daha 13 yaşındaydı ve ilk şiirini Kars Çayı’nın kenarındaki o izbe evde yazdı. Kars’ta görevi sona eren dedesi ile 1854’te İstanbul’a döndü. Burada görüp yaşadıkları ileride yazacağı tiyatro eserlerine ilham verdi. Yıllar sonra Cezmi ve Vatan Yahut Silistre adlı eserlerine yansıyacak olan Kırım Savaşı’nı, bulunduğu serhat şehri Kars’ta dramatik yönleriyle birlikte yaşadı.

Namık Kemal, Midilli'de sürgüne gönderildiği sırada Abdülhak Hamit'e gönderdiği bir mektupta, nişanlısının arkasına düşerek, gönüllü nefer yazılmış, Kars'a kadar gelmiş ve bir taburun trampetçiliğinde bulunduğu halde şehit olmuş Kürt kızın cenazesini gördüğünden bahseder. Vatan yahut Silistre piyesinin konusunu oluşturan erkek kıyafetine girip nişanlısının ardından Silistire’ye giden Zekiye'yi buradan etkilenerek yarattığı düşünülür.

Ey uzak ülke, güzel ülke

Ey bilmediğim ülke!

Ne kendi isteğimle geldim sana

Ne de soylu bir atın sırtında

Beni, bu yiğit delikanlıyı

Gençliğin ateşi getirdi buraya

Bir de başımdaki şarap dumanları…

Yukarıdaki dizeler, Rus şair Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’e ait. Puşkin de Kars’a yolu düşen şairlerden. Bu şiiri Kars’ta mı yazdı, yoksa başka bir yerde mi, bundan pek de emin değiliz. Ama şairin Kars’a bir nevi kaçarak geldiği bir gerçek… Onun da Çar’la arası pek iyi değilmiş. Bilirsiniz kudretli insanlar kelimelerden birazcık korkarlar.

Puşkin Kars anılarını şöyle anlatır: “Bir kılavuzla yola çıktım. Çok güzel bir sabahtı. Pırıl pırıl bir güneşi altında; dünkü yağmurun suladığı ve üstlerinde çiğ damlaları ışıldayan yeşil, gür otlarla kaplı bir çayırlık boyunca ilerliyorduk. Karşımızda aşmak zorunda olduğumuz bir ırmak parıldamaya başladı, işte Arpaçay, dedi! Arpaçay!... Yani sınır!.. Doğrusu Ararat’a bedeldi bu. Anlatılmaz bir yürek çarpıntısıyla, atımı ırmağa doğru dörtnala kaldırdım. Ömrümde ilk kez yabancı bir ülkeye giriyordum.”

Yorucu bir yolculuktan sonra Kars’a varır ünlü şair. Çarlık yönetimi tarafından yurt dışına çıkması yasaklanan Puşkin ömründe ilk kez yabancı bir ülkenin topraklarındadır: “Dağlarla çevrili geniş bir ovada ilerliyorduk. Bu dağlardan birinin üstünde ağaran Kars’ı gördüm. Türk kılavuzum, onu göstererek: Kars! Kars!.. diye bağırdı ve atını dörtnala kaldırdı. İçimde kaygının acısını duyarak, onun ardı sıra gidiyordum ben de. Yazgım orada belli olacaktı. Ordugâhın yerini, orduya hâlâ yetişebilme umudunun olup olmadığını oradan öğrenecektim. Bu sırada gök de bulutlarla kaplanmış, yağmur yeniden başlamıştı. Fakat umurumda değildi. Kars’a vardık. Kente yaklaşırken bir Rus trampetini duydum. Kalk borusu çalıyordu. Nöbetçi kimlik belgemi alıp komutana götürdü. Yağmur altında yarım saat bekledim. Neden sonra geçmeme izin verildi. Kılavuzuma, beni hemen bir hamama götürmesini emrettim. Dik, eğri büğrü sokaklardan geçtik. Kötü Türk kaldırımlarında atların ayağı sürçüyordu. Harap bir evin önünde durduk. Hamam burasıymış.”

Eğri sokaklar, kötü kaldırımlar… Kars’ta zaman durmuş gibi. Aradan 200 yıldan fazla geçmiş. Ve yine eğri büğrü sokaklar ve kötü kaldırımlar… Ve o hamam ise hala atıl durumda… Bir şehir değişime karşı bu kadar mı direnir. Bu ne isyankârlıktır. Tarih boyunca gelip şehri yönetmemiş büyük devlet, imparatorluk kalmamış, Kars’ın kaderi yine aynı kalmış. O partinin belediye başkanı, bu partinin belediye başkanı demiyorum. İmparatorluklar bile fayda etmemiş, milattan önce dokuzuncu yüzyıldan, Urartular’dan beri aynı kader. Urartu kralı 1. Argişti gelip şehrin kenar mahallelerinde gezinse atının toynakları kırılır. Aradan 5 bin yıl geçmiş… Gerisini siz düşünün.

Kars da Orhan Gencebay şarkısındaki gibi, “Beni böyle sev, seveceksen!” der gibi.

lapa lapa ağlayan bir şehir düşün
düşün ki bir şehir taşlara yazmış acılarını
buz tutmuş gözlerinde yaşları
hiç bir yere sığamayan kocaman yürekli insanlar gibi
terk etmiş de gelmiş herkesi
uzak ve soğuk bir inzivaymış onunkisi
aşk desen değilmiş bunun adı
yalnızlık desen hiç değil
olsa olsa kendinde yok etmekmiş kendini
anka gibi küllerinden doğmakmış belki de kaderi
sırtına yüklenmiş en ağır dağları
çizilirken şehirlerin ve ülkelerin haritaları
kandan mürekkeplerle çizmiş kalbinin sınırlarını
zincirlenmiş kimi zaman, kimi zaman dövülmüş
tarihin en eski savaşlarını gözleriyle görmüş
en büyük sürgünleri mezarlar gibi kalbine gömmüş
çok kez yıkılmış, ama asla diz çökmemiş
bir şehir düşün kendine bile yar olmamış...

15.01.1015

Bu şiir de benden Kars’a hediye... 2015 yılında Kars’a geldiğimde yazmıştım. Belki on yıllar, yüzyıllar sonra, biri eline kalemi, kâğıdı alıp Kars’tan yolu geçen şairler listesine beni de ekler. Her şey bunun için değil mi: Puşkin buradaydı, Cemal Süreya buradaydı, Namık Kemal buradaydı, İsa Yılmaz buradaydı, diye yazmak zamanın görünmez taşlarına, duvarlarına… Ve ölümsüz olmak en az Gazi Kars kadar…

İsa Yılmaz

cemal-sureya.jpgnamik-kemal.jpgpuskin.jpg