Kader ve Demokrasi
“Kader; iki kardeşin oynarken kurdukları hayalleri bile gerçeğe dönüştürüyorsa, sizin gözyaşlarınızla kurduğunuz hayalleri niçin gerçeğe dönüştürmesin?
Alınyazısı yolun tamamını değil, yalnız yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir, fakat bütün dönemeçler yolcuya aittir. O zaman ne yaşamının hâkimisin ne de yaşam karşısında çaresizsin.”
Celâleddin Muhammed Rumi’yi Mevlana’ya dönüştüren büyük üstad Şems-i Tebriz’i böyle diyor. Kader ona göre hesaplanabilir bir şey olmasa da, korkulacak bir şey de değildir. Çünkü kader, zamansız fırsatlar sunar. Mesela bir uçurumun kıyısında sever insan. Ya da sevdiği herkesi bir uçurumun kıyısına sürükler, onu bir çırpıda kaybeder ve bir gün döner umuduyla bekler…
Kader zayıf insanların çoğu zaman gerçeklerden kaçış rampasıdır. Gerçeklerden, sorumluluklardan, beceriksizliklerden, çaresizliklerden, pişmanlıklardan, pişkinliklerden, korkaklıklardan …
Oysa, “Kaderle sevgi, cesurdan yanadır,” der Ovidius. Çünkü kader aslında bir karakter meselesidir. Herkes kendi karakterine göre yorumlar olayları, olguları; kendini ve başkalarını. Böyle olsa da, en nihayetinde gerçek tektir. Son peygamberin dediği gibi, “İnsan zulmeder, kaderse adalet.” Zamanı nokta nokta, dakika dakika geçmişe doğru birleştirdiğinizde içinizi tırmalayanların geçmişte yediğiniz hurmalar olduğunu anlarsınız. Belki de bu yüzden Sigmund Freud, psikanaliz yoluyla insan davranışlarını açıklamaya çalışırken, geçmiş yaşantıların bugün gelinen sonuçlar üzerinde etkili olduğunu fark etti. Hayat bir zincirin halkaları gibiydi. Halkalardan birini değiştirdiğinizde tüm serüven değişiyordu.
Baran bo Odar ve Jantje Friese tarafından yazılan bilimkurgu ve gerilim türündeki Alman dizisi Dark’ı izleyenler bilir. Hayat aslında içinde onlarca ihtimali barındıran bir yolculuk… Geçmişe doğru bir solucan deliğinden geçerseniz ve bugün gerçekleşmesini istemediğiniz bir şeyin başlangıç noktasını bulursanız, her şey çok daha güzel olacaktır.
Acaba öyle mi? İşte bu da ayrı bir muamma… Çünkü belki de yaşanmasın dediğiniz o olay yaşanmadığında çok daha kötü bir sonuca varacaksınızdır. Hızır ile Musa’nın hikâyesindeki gibi. Bugün size felaket olarak gözüken bir olay büyük bir zafere kapı aralayacaktır. Bugün zafer olarak gördüğünüz bir şey de sizi gelecekte çok kötü bir mağlubiyete götürecektir.
Değil mi ki bazı insanlar daha yüksekten düşsünler diye yükseltilirler sadece. Düşünsenize kaybedecek bir şeyiniz yoksa, sizi hangi kaybediş korkutur?! Ama dünya nimetlerini tattığınız saraylarınız, köşkleriniz varsa; başınızda tacınız, altınızda tahtınız varsa, hangi gece rahat uyuyabilirsiniz?! Derler ki, nice çobanlar mutluluğu buldu da, saraylardaki kralların yüzü bir türlü gülmedi.
“İnsanlar bazı zaman kaderlerinin efendisidir,” diyor Sezar. Sırtına hançeri saplayan Brütüs’e dönüyor. “Suç, sevgili Brütüs, yıldızlarımızda değil bizdedir, kul olduğumuz için.”
İşin gerçeği, Sezar da bekliyordu, sırtına saplanacak bir hançeri. Çünkü Roma’ya ihanet etmiş, özgür iradeyi bir tarafa atmış, tiranlık taslamaya başlamıştı. Tarihin en güçlü insanları tanrılık taslamaya başladıklarında, artık tek rakipleri gerçek Tanrı olur. Ve gerçek Tanrı, düşmanını cezalandırırken, önemsiz görülen bir canlıyı kullanır. Bazen de en acımasızını yapar, cezalandıracağı insanı, onun en sevdiğinin eliyle cezalandırır. Ki acısı sonsuza dek hiç geçmesin. İhanet en büyük ateştir. İnsanın ta en derinlerine işler, cehennemden beter yakar.
Belki de şöyle diyeceksiniz. Her şey alın yazgısıyla baştan yazıldıysa, Sezar’ın ne suçu vardı, Brütüs’ün ne günahı vardı?
Kaderi insanlar gelecek sanırlar, oysa kader aslında geçmiş zamandır. Kaldı ki, zaman insanlar için geçerli olan bir olgudur.
“Farkı yok, mantarlaşmış bir kayadan, derimin;
Yüzümde çizgi çizgi, imzası kaderimin…” Necip Fazıl Kısakürek.
Geldiğimiz noktada sorulacak soru: “Kader mi yazar aşkı, aşk mı yazar kaderi?”
Yazılan bir senaryoyu mu oynuyoruz, yoksa senaryoyu kendimiz mi yazıyoruz?
“Aslında herkes başrol oyuncusu... Her iyi oyuncu aslında, iyi bir senaristtir. İnsanların sorunu başrolken figüran gibi oynamasıdır. Kader kul ile Allah arasındaki ortak bir çalışmadır,” diyor Tiyatrocu Yılmaz Erdoğan.
Sanılanın aksine kader baştan yazılıp insanın alnına tutuşturulan değişmez bir yazgı olsaydı, insana irade verilmesinin bir anlamı kalmazdı. Aslında alın yazgısı insanın seçip yaşadığı, yazıcı meleklerin de anbean amel defterine kaydettiği şeydir. Hayatın tabi ki değişmeyen yönleri vardır. Ancak Tanrı yazdığı için kul yaşamaz, kul yaşayacağı için melekler yazmaktadır. Geçmiş, şimdi ve gelecek insanlar için vardır. Kendisi için herhangi bir zaman sınırı olmayan biri tabi ki, benim yarın ya da beş yıl sonra ne yapacağımı bugünden, ta ezelden bilecektir. Mesele bir başkasının bilmesi değil, benim kendimi bilmemdir. Bu yüzden dünyaya gelip her şeyi kendi gözlerimle görmekteyim. Hatalarımı inkar etmemem için de parmak uçlarım bile bana şahit olacaktır. İşte bu yüzden parmak uçlarımdan, gözlerimin retinasına kadar; hücrelerimdeki DNA kodlarından, sesimin tınısına kadar eşsiz bir şekilde tasarlanmışımdır. Ve her şey saniye saniye kaydedilmektedir. Hiçbir şey sır olarak kalmayacak. Ne kadar da korkunç! Belki de tam tersi…
Her şeyiyle eşsiz olan bir insanın, herkes gibi davranması… Korkunç olan bu olsa gerek. Kaderle ancak cahil insanlar savaşır derler. Mesele insanın kendi kaderi ile savaşması da değildir belki. Mesele başkalarının kaderi ile savaşmak. Herkesi kendisi gibi düşünmeye zorlayanları görürsünüz. Tanrı bile sevabıyla günahıyla özgür bırakmışken, zorbalık yapmak kimin haddine!?
İnsanlar gibi şehirlerin ve ülkelerin de bir kaderi var. Şehirlerin ve ülkelerin kaderi de büyük çoğunlukla insanlara emanet edilmiş. Bunun adına da demokrasi diyoruz. Kutsal kitapta, “Bir topluluk kendi durumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez,” deniyor (Ra’d, 11).
Demokrasi böyle bir şey… İnsanların kaderlerinin, özgür iradelerinin birleştiği ve ayrıştığı bir nokta… Kötü olansa çoğunluğun kaderine ayak uydurmak… İnsanı memnun etmek ne kadar da zor! Demokrasi bile yetmiyor bazen.
Ve kader zamansız hediyeler ve cezalar sunuyor.
Günün şiiri:
Ve sonra kader
Hiç olmadık yollara sürükledi
Gittiği yerde kayboldu insan
Kim olduğunu bile unuttu
Ve sonra kader
Hiç olmadık kalplere sürükledi
Gittiği yerde sevilirim sandı insan
Sevginin ne olduğunu bile unuttu
Ve sonra kader
Hiç olmadık hayallere sürükledi
Gittiği yerde mutlu olurum sandı insan
Düş kırıklarıyla yanıp tutuştu
Ve sonra kader
İnsanı, hiç olmadık insanlara sürükledi…
İsa Yılmaz