EYVAH BİR CANAVAR YARATTIM!

EYVAH BİR CANAVAR YARATTIM!

-PİŞMANLIĞIN ANATOMİSİ-

EYVAH BİR CANAVAR YARATTIM!

-PİŞMANLIĞIN ANATOMİSİ-

“Eyvah bir canavar yarattım!”

Bu feryat bir bilim adamına ait... Hikâye odur ki, Cenevreli tıp öğrencisi Victor Frankenstein, çeşitli cesetlerden kesip topladığı parçaları dikerek bir araya getirir ve ortaya karma bir insan çıkartır. Artık nefes alan bu iğreti varlığa kendi adını verir: "Frankenstein."

Gel gör ki, bilim insanı ortaya çıkardığı varlıktan pek hazzetmez. Onu yalnızlığa iter. Temiz kalpli olan "Frankenstein", terk edilince katı yürekli bir canavara dönüşür. Ya da ta en başından o bir canavardı. Ve zamanla kendini tanımaya başladı.

Frankestein, Victor’dan ona bir eş yaratmasını ister. Eli mahkûm Victor bir gelin yaratacağını söyler, ama canavarı birken iki etmekten korkmuş olacak ki, kaçıp uzaklara gider, ama canavar bir kere ortaya çıkmıştır, ondan kurtulmak ne mümkün! Değil mi ki hiçbir ateş yaktığınla kalmıyor…

Yarattığı insan, bilim adamını koruyacaktı, belki de Victor’un ilk düşünce buydu, ama asıl soru şuydu: Onu canavardan kim koruyacaktı? Filozof Sokrates’in dediği gibi, “Bizi bekçiler koruyacak, ama asıl önemli olan, bizi bekçilerden kim koruyacak?”

Nihayetinde Cenevreli doktor Victor, yarattığı canavarı tarafından öldürülür. İçindeki karanlığın bu cinayetle aydınlanacağını düşünen Frankenstein ise, cinayet sonrası yanıldığını anlar, ama iş işten geçmiştir.

Günlük hayatta, hiçbirimize pek de yabancı gelmeyecek bir hikaye bu aslında. Sokaktan geçen hangi insanın kalbini yoklasanız aynı hisleri duyarsınız. Hemen hemen herkes kendi eliyle büyüttüğü bir canavarı tarafından maddi ya da manevi pençe darbeleriyle hırpalanmıştır. Hayırsız bir evladın kanser ettiği babalar, eğitimsiz ebeveynlerin hayatını kararttığı çocuklar, aldatılmaktan sevgiye olan inancını yitiren âşıklar, dostları tarafından soyulup soğana çevrilen çaresiz insanlar…

“Bir mümin, bir yılan deliğinden iki defa sokulmaz,” der Hz. Muhammed. Bu olması gereken temel bir kanundur. Bir defa yaralandığında, yaralayandan kaçman gerekir. Doğru olan budur. Belki de kolay olan da budur. Oysa insanların çoğu zor olanı seçer. Masaya koyduğu paraları bir bir kaybeden, kaybettikçe de hırslanan kumarbazlar gibi, ölüm meleği gelip kalbe çöktüğünde, damar damar ruhu bedenden söktüğünde, belki de çoğumuz o büyük hayat kumarında, boyuna kaybettiğimizi göreceğiz. Canavar aynada gördüğümüz akislerimizmiş. Ve başkaları değil o canavarı kendi ellerimizle, hayat ve insanlar karşısında sürekli kazanma umuduyla savaşırken yaratmışız.

Bizi koruyacak olan aklımızmış, kalbimizmiş; ama acaba bizi aklımızın yanlış kararlarından, kalbimizin yanlış aşklarından kim koruyacakmış?! Belki de insanın yapması gereken en büyük dua: “Beni benden koru!” imiş.

İnsan garip bir varlık. Yaptıklarından da pişman oluyor, yapmak isterken bir türlü cesaret edip yapamadıklarından da. Hangisi daha çok acı verir, tartışılır. Peki insan kendisi için feci sonuçlar doğuracak kararları neden verir? İçindeki canavarı neden dinler?

Psikoloji biliminde “Hibristofili” diye bir tabir vardır.

Katillere, özellikle de meşhur katillere, duyulan sapkın sevgiye sebep olan psikolojik bir bozukluk. Özellikle bir kadın hastalığıdır. Bazen tv haberlerinde görürsünüz. Genç bir kadın cinayet sabıkası olan biri tarafından öldürülmüştür. Sorarsınız kendinize, katil olduğu herkesçe bilinen biri ile nasıl beraber olunur? Değil mi ki bir kere öldüren, sonsuz kez öldürebilir, bir kere aldatan sonsuz kez aldatabilir.

Ama kimin umurunda?!

Amerika’da, 1970’li yılların en meşhur seri katili Ted Bundy adında biridir. Yakalandıktan sonra mahkemeye çıkarıldığı zaman yığınlarca hayran mektubuyla karşılaşılmıştı. Oysa Ted Bundy gerçekten korkunç bir katildi. 36’dan daha fazla cinayeti olan Bundy, o kadar psikopat biriydi ki, kurbanlarını öldürüp gömdükten sonra bile topraktan geri çıkartıp tecavüz ediyordu. 8 kadının kafasını kesmişti!

Sonuç olarak ne oldu biliyor musunuz? Ted Bundy yüzlerce hayranı arasından birini seçti ve onunla evlendi.

Kadının sonunun ne olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.

“İntiharın birçok çeşidi vardır.

Onlardan birinin seni sevmek olduğunu nereden bilebilirdim,” diye yazmıştım bir şiirimde. Biliyordun güzel kız, hem de çok iyi…

Acaba canavarı yarattığımızın farkında mıyız, yoksa Polyanna gibi kıyamet kopsa da her şeyi iyiye mi yoruyoruz?

Bana sorarsanız, hepimiz birer dolandırıcıyız. Lakin dolandırmak isterken hep dolandırılıyoruz. Dünyanın tek akıllısı bizmişiz gibi davranıyoruz. İşimize yarayan tüm kötülere eyvallah çekiyoruz. Bunu yaparken de o kadar masumuz ki (!) Yeni bir insan yarattığını düşünen Victor kadar masum ve mutluyuz, gururluyuz. Oysa zaman akıyor ve Frankenstein büyüyor. Senden çok şey isteyecek ve sen onun için her şeyi yapacaksın. Olur da bir gün bir isteğini, bir köle edasıyla yerine getirmezsen, senin de defterini dürecek.

Birine sevmeyi öğretmişsen,

Onun bir gün başka birini sevebileceğini aklından çıkarmayacaksın.

Birine başkasından gidip,

Sana gelmesini öğretmişsen,

Onun bir gün başka birine gidebilme ihtimalini aklından çıkarmayacaksın.

Birine öldürmeyi öğretmişsen,

Onun bir gün seni de öldürebileceğini aklından çıkarmayacaksın.

Birine çalmayı öğretmişsen,

Onun bir gün seni de soyabileceğini aklından çıkarmayacaksın.

Birine küfretmeyi öğretmişsen,

Onun bir gün sana da sövebileceğini aklından çıkarmayacaksın.

Uzak Doğu’luların Karma Yasası dedikleri bir yasa vardır. Yapılan her davranışın zamanla ortaya çıkan bir karşılığı vardır. Eninde sonunda her davranış karşılığını bulur. Siz ister kader deyin, ister Tanrı’nın adaleti… Ama diyeceksiniz ki dünyada hep kötüler kazanıyor. Belki de kötüler aslında hiç kazanmıyordur. Sadece kaybedecekleri şeyleri bir hamal çilekeşliğiyle biriktiriyorlardır. Belki de Tanrı onları daha yüksekten düşsünler diye yükseltiyordur. Kafka’nın dediği gibi, “Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.”

Ne kazanmak, ne de kaybetmek… Zaman akıyorsa hiçbir kaybediş sonsuz olmayacak. Pişmanlıkların yüzünden hayatını karartmak istemiyorsan, Tanrı’dan bile akıllıymışsın gibi davranmayacaksın. Akışına, oluruna, zamana bırakıp yoluna devam edeceksin…

Günün şiiri:

Sana sen olmak en büyük ceza, dedi adam.

Tüm kalbimle affediyorum seni.

Azad ediyorum adından kalbimi.

Nefret zehirden bir tohum, dedi adam.

Senle kirletemem pak toprağımı.

İstemem yağmurlar ıslatsın gözlerini.

İntikamın en çok seni yaralar, dedi adam.

Sana miras bırakıyorum Tanrı'nın adaletini.

Varsın kıracaksa kader kırsın kalemini.

Ki sana sen olmak en büyük ceza, dedi adam

Sana sen olmak en büyük ceza... 29.12.22

İsa Yılmaz

frankenstein-ve-doktor.jpg